Ütopya, Ne Zaman Başlar?
Fransız gazeteci Andre Gorz, “Ütopya, bir sabah sevgiliyle baş başa kalmak için işe gitmeyi reddetmekle başlar.” cevabını veriyor.
Peki, ya bir ütopya nerede biter?
Gelin, daha fazla uzatmadan sözü, Çetin ALTAN’a bırakalım:
“Bir tılsımı olmalı hayatın. Genç kızların telefon bekleyişlerinde vardır o tılsım. Birbirleriyle fısıl fısıl konuşmalarında:,
– Önce elimi tuttu, sonra yavaşça kendisine doğru çekti…
O sırdaşlık. O iki sırdaş arasındaki on altı, on yedi yaş konuşmaları… Hayatın tılsımı tıp tıp tıp attırır yüreklerini; kahkahaları başka türlü, saç taramaları başka türlü; anneyle ortak, babaya söyledikleri yalan başka türlüdür.
Ya delikanlıların henüz bir yıllık tiryakiyken, efkarlı içtikleri ilk paket. Bir şey oturmaz içlerinde. Bir kız seviyorlardır. Gerçi kız da seviyordur kendilerini. Ama… Hayatın bir tılsımı vardır o “ama”da… Yüzde yüz kendilerinden geçerek bakarlar gerçekten sevdiklerinin yüzlerine…
Öylesine bakarlar ki, bir daha hiç öyle bakamayacaklardır.
Genç kadınlar hep o tılsımı ararlar, kimseye göstermedikleri bir kor yanar içlerinde. Ve bir kere o tılsım kayboldu mu, ipi kopmuş bayraklara döner bütün günler. Gün pörsür, güneş pörsür, gece pörsür. Buruşuk bir can sıkıntısı kaplar da kaplar saatleri..
Ya erkekler… Kaybetmeye görsünler o tılsımı. Rakı şişeleri biter de, doldurmaz o tılsımın boş bıraktığı yeri… Kumar bir tılsım dopingidir. Birikmiş ihtiraslarla, çözülmeyen tuhaf bıkkınlıkların kendisini vurmasıdır deste deste kartlara..
Böyle bir tılsım yoksa… İsteksiz isteksiz oluyorsan tıraşı; bir küf bağlamışsa bütün heyecanlarını; bir şey demiyorsa sana Güney Amerika’nın Gerillosları, bir çıplak kadın vücudu düşünmüyorsan en ciddi konferansta ve bir anda çalıştığın yerden istifayı basıp çekip gitmek gelmiyorsa içinden… Bir kapı önünde tozlu bir paspas bile olamazsın.
Bu tılsımın alevlerinde çıkılır tepesine Everest’in… Bu tılsımda yanar söner kandilleri ilk defa baş başa kalınmış gecelerin. Bu tılsımda koklarsın ayaklarını kucağına aldığın ilk çocuğunun… Bu tılsımda:
“Gel, gidip çekelim be”, vardır.
Bu tılsımda sevdiğin evin duvarına bir resim asma vardır.
Bu tılsımda bir kadının kendi göğüslerini yalnızken seyretmesi, bir erkeğin merdiven çıkan bir genç kızın bacaklarına hafifçe bakması vardır…
Cenaze törenlerinde bir ütü geçer bu tılsımın üstünden… Bir sarı, çenesi bağlı, ince vücut uzanır tabutun içine… Ve o dostun değil, yaşarken gördüğün kendi ölündür. Biraz da kendi ölünün peşinden gidersin tanıdık cenazelerinde… Ve çekersin içini:
– Hayat, dersin.
– Sıra yavaş yavaş hepimize gelecek, dersin.
– Daha geçen hafta bizdeydi, dersin…
Hele tabut inerken mezara… Ne de zor gelir oraya inmesi!.. Hele son kürek topraklar atılırken…
Bir ütü geçer tılsımın üzerinden…
Biraz da tarihçe
Pardus Projesi’nin başlamasına neden olan gelişmelerin fitilini yakan araştırma dosyasını Görkem Çetin ile birlikte kaleme almamızın üzerinden yaklaşık 8 yıl geçmiş…
2003′ün ilk aylarında, üst seviye komutan ve geniş bir kurmay heyetine özgür yazılımı ve Linux’u anlattığım sunum sonrasında, herkesin bildiği süreç başladı. Genelkurmay, Türkiye’de açık sistemlere dayanan bir platformun yapılabilirliğinin araştırılması için Başbakanlık’a bir yazı yazdı. Başbakanlık, ulusal güvenlik ve teknolojik bağımsızlık bağlamında duyulan gereksinim üzerine, söz konusu çalışmanın fizibilite raporunun hazırlanması için TÜBİTAK UEKAE’yi görevlendirdi.
Alp Öztarhan ve Erkan Tekman’ın bu proje üzerinde çalışmayı başlatmalarını ilk olarak Görkem’den duyduğumda, yaşadığım mutluluk ve heyecanı, bugün bile anlatamam :).
Alp, Erkan, Zerrin, Ayşe ve Barış Metin’den oluşan ilk ekiple o günlerde tanıştım. İşte benim “hayatımın ütopyası” da o günlerde başladı.
Pardus Projesi için gönüllü olarak çalışmam 2005 yılında, profesyonel anlamdaysa yanılmıyorsam 2006 yılının son ayı gibi başladı. 15 Aralık 2006 günü, 18 farklı yayından gelen gazetecilerle yaptığımız Pardus 2007 lansmanı, bugüne kadar gerçekleşen Pardus basın etkinliklerinin “uzak ara” en başarılısıydı.
Hafızam beni yanıltmıyorsa, dört ay kadar sonra, basınla ilişkiler sürecini bizden sonra gelecek ajanslara (KriptoPR ve Capitol Ogilvy) bırakarak, topluluk süreçlerine yöneldik.
İşimizi “iyi hatta çok iyi” yaptığımızı söyleyebilirim. Hatta bir sır vereyim: 2008 yılının kasım ayında, özgür yazılım pazarlaması ve topluluk süreçleri konusunda dünyanın en önemli danışmanlık firmalarından birine sahip olan Sandro Groganz Türkiye’ye geldiğinde, Pardus Projesi’ni iki gün boyunca 8 ya da 9 oturumdan oluşan geniş kapsamlı bir bağımsız denetim raporlamasına (audit) tâbi tutmuştu.
Proje’nin bazı süreçlerinin kırık not aldığı bu audit’te “10 üzerinden 10″ not alan tek iş süreci bizdik :). Aynı yıl içinde LKD’den bir ödül aldık. Asıl ödülümüzse, müşterimizden geldi. Pardus Projesi 4 yıl boyunca üstüste dönemlerde bizimle çalıştı, bence asıl ödül de buydu!
(…)
Pardus Projesi ile kullanıcı kitlesi arasında bir “iletişim katmanı” ya da “kolaylaştırıcı” olarak çalıştığımız bu dönem içinde fırtınalı günlerimiz, gürültülü ve sessiz kavgalarımız da olmadı değil. Her şeye rağmen, PR sektöründe uzun denebilecek bir ilişkiye sahip olduk.
Pardus bizler için bir “müşteri” olmaktan çok öte bir kavramdı. Aynı zamanda yaşam biçimimiz de oldu. Suriye sınırındaki Kilis’ten Trabzon’a, Edirne’den Adıyaman’a kar-kış demeden Türkiye’yi dolaşıp, 200’e yakın seminer vermişiz. Her ay en az dört kere stüdyoya girip, Ajans Pardus’u hazırlamışız. 30′un üzerinde e-dergi, on binlerce Pardus kurulum CD ve DVD’si poşetleyip adreslerine göndermişiz.
Yeri geldi, çalışanlarımızı Pardus Projesi’ne transfer ettik. Hatta gün geldi, Artistanbul ailesi olarak Pardus’a kız da verdik, nikah şahitliği de yaptık. Kimbilir, belki bir ikincisi vardır sırada ;)…
Veda hutbesi
Sanırım, sözün nereye geldiğini anladınız.
Pardus Projesi topluluk süreçleri ve Özgürlükİçin ile olan birlikteliğimizin artık sonuna yaklaşıyoruz.
Nisan ayının başından itibaren Özgürlükİçin artık kendi ayakları üzerinde durmaya, Özgürlükİçin topluluğu doğrudan UEKAE/BİLGEM çalışanı olan yeni topluluk yöneticileri tarafından yönetilmeye başlayacak.
Yeni topluluk yönetimine başarılar diliyoruz.
(…)
Yazının başlangıcındaki sorular çok önemli:
“Ütopya ne zaman başlar ve nerede biter?”
Ben kendi cevaplarımı verdiğimi düşünüyorum.